Ressam Onur Bekiroğlu İle Söyleşi

Yazar: Elif Türkoğlu

Bodrum Art Fair, 3-7 Temmuz tarihleri arasında Bodrum Herodot Kültür Merkezi’nde sanatseverlerle buluştu. Sanat dünyasından pek çok sanatçının eserlerinin sergilendiği bu etkinlikte, en dikkat çeken isimlerden biri de ressam Onur Bekiroğlu’ydu. Onur Bekiroğlu’nun özgün tarzı ve etkileyici eserleri, fuar ziyaretçilerinin büyük beğenisini topladı. Sanatçının ilham kaynakları, sanatsal yolculuğu ve gelecek projelerini daha yakından öğrenmek için kendisiyle keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Onur Bekiroğlu kimdir, bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? 

Hayatım boyunca tutkulu olduğum şeyleri yapmaya ve hayallerime adım adım ulaşmaya odaklandım. Ailemin doğru zamanda sağladığı yönlendirmeyle Güzel Sanatlarla tanıştım ve Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde Resim Bölümü’nden 2010 yılında mezun oldum. Lise yıllarımda okula her sabah heyecanla gitmek, içimde büyüyen bir mutlulukla resim yapmaya başlamamı sağladı. Bu dönemde resmin hayatımda kalıcı bir yer edineceğini anladım. 

Üniversite hazırlıklarım sırasında, Marmara Üniversitesi Grafik Tasarım ve Hacettepe Üniversitesi Resim Bölümleri’ni kazandım. Bu süreçte, Hacettepe Üniversitesi Resim Bölümü’ne yönelerek sanatsal düşünce açısından büyük bir gelişim sağladığımı hissettim. Teknik bilgiden çok, sanatın derinliklerine inmeye ve kendi ifade tarzımı oluşturmaya başladım. Üniversite yıllarımda prodüksiyon işleri ve resim yaparak para kazanma fırsatı buldum, bu da sanatımı profesyonel düzeye taşımamı sağladı. 

Mezun olduğumda, sanatla geçirdiğim yılların bana kattığı deneyimle hayata hazır hissediyordum. Sanatımda zaman ve mekânın soyut kavramlarını somutlaştırarak izafiyet teorisini ve bilinçaltı betimlemelerini ele alıyor ve insan algısının değişkenliğini araştırıyorum. Sanat, benim için sadece bir meslek değil, aynı zamanda ruhumun ifadesidir ve hayatımın merkezinde yer alır. 

Resim yapmaya nasıl başladınız? Bu süreçte sizi en çok ne motive etti? 

Aslında, ilk kez kağıt ve kalemle buluştuğumda, içimden gelen bir hisle sürekli olarak karşıma çıkan şeylerin çizimlerini yapmaya başladım. İlkokul defterlerim hala saklıdır ve uzun zaman sonra onlara tekrar baktığımda, gözümde o zamanlar hayal meyal canlanan anılar canlandı. Bu durum, beni şu soruyu kendime sormaya yöneltti: Bu his nereden geliyordu? Tamamen içten gelen bir histi. Ancak bunun nereye evrileceğini ve resim yaparak bir şeyleri anlatabilme gücümü, yaş aldıkça fark ettim. 

O zamanlar, bu ilgi bir hobiden daha çok, kendimi ifade edebilme biçimine dönüştü. Bu süreç içerisinde, ne yapacağım fikrinin tam oturmamasından kaynaklanan stres, o anlarda beni çok yorsa da, şu anda benim kişiliğimin oluşmasında büyük bir etken olarak görüyorum. Zamanla kendimi tanıdıkça, bu içsel farkındalık resimlerime de yansımaya başladı. 

İlham kaynaklarınız neler? Hangi sanatçılar veya eserler sizi etkiledi? 

İlham kaynağım genellikle bilim ve uzay oluyor. Açıkçası, metafizik ve bilinçaltı düşünceleri uçsuz bucaksız ve gerçekten ilham alınacak şeylerle dolu. Konularım her zaman soyut olduğu için görselleştirme konusunda çok daha özgür olabiliyorum çünkü bunları gerçek hayatta görüp kıyaslayabileceğiniz bir durum yok. Bazen aniden aklıma gelen düşünsel bir konuyu ele alıyorum, bazen de yüzyıllardır konuşulan bir fizik konusunu. 

Sanatçı olarak, güzel sanatlar eğitimimden sonra kendi sanat hayatımda bir yön bulabilmek için çok fazla kendime odaklandım ve mümkün olduğunca başkalarının eserlerine bakmamaya çalıştım. Bu şekilde, kendime tanıdığım 3-4 senelik bir dönemim oldu. Bir sanatçıdan etkilenmek çok doğal olsa da, tamamen özgün bir fikir için zihnimi sadece hayallere açtım. Şu an ise güncel sanatçıların eserlerine daha çok bakıyorum. Sanat tarihinde çok tanınmış bir sanatçının eserindense, atölyesinde sabah akşam resim yapan ama çoğu insanın varlığından habersiz olduğu sanatçıların eserlerini görmek beni daha çok etkiliyor. 

Eserlerinizde kullandığınız teknik ve tarz ile kişisel kimliğiniz arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? Kendinizi ve düşüncelerinizi tuvale nasıl yansıtıyorsunuz?

Aklınıza gelebilecek tüm teknikleri denemiş biri olarak en çok kullanmayı sevdiğim teknik yağlı boya. Çünkü resimlerimi yaparken çok fazla katman kullanıyorum, yani bütünden detaya inerek resmin son haline ulaşıyorum. Yağlı boyanın uzun süre kurumaması, istediğim sonucu almak için bana büyük kolaylık sağlıyor. Hatta resim yaparken farklı süreçlerim var; tablonun başına oturduğumda en az 8 saat çalışmam gerekiyor. Yağlı boyanın tabloya sürüldükten sonraki 7. saatlerinde bal kıvamına ulaşması, istediğim dokuyu daha iyi uygulamamı sağlıyor. 

Eserlerimin çoğunda kırmızı renk yoğunluğu var ve bu bana sürekli soruluyor. Ancak yakından tanıyan herkes, kırmızının hayatımda önemli bir yer kapladığını gözlemliyor ve biliyor. Arabamdan atölyemdeki beyaz eşyalara kadar her şey kırmızı; hatta köpeğimin ismi bile “Red.” Bu renk tercihini yaparken o an istemsiz şekilde hareket ediyorum. Kırmızının karakterimi ve anlatımsal kaygılarımı çok iyi yansıttığını düşünüyorum. 

Aynı zamanda, “İzafiyet” serisi eserlerimde kırmızının etkisini daha çok kullanıyorum. Gravitasyonel kırmızıya kayma denilen bir terim var; bu, zamanın büyük kütleler çevresinde nasıl yavaşladığını ve evrensel bir zaman algısının nasıl bozulduğunu gösterir. Kırmızı, bu değişimi ve dalga boyunun uzamasıyla zamanın genişlemesini simgeler. Eserlerimdeki kırmızı renk, bu zamansızlık hissini, zamanın büyük kütlelerin etkisiyle büküldüğü ve değiştiği bir evrenin sembolü olarak kullanılıyor. Eserlerimde bu konuları işlerken, kırmızıyı gerçeklik algımızla eser arasındaki uzaklığı vurgulamak için de kullanıyorum. 

Sanatınızda işlediğiniz kavramlara ve konulara olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı? 

Daha önce bahsettiğim gibi eserlerimde iki ana başlık var: bilim ve insan. Uzay bilimine her zaman ilgim oldu ve kendimi bu konuda çok bilgisiz hissederek sürekli öğrenme arzusuyla belgeseller izledim, kitaplar okudum. Diğer bir konu ise her insanın kafasının içinde uçuşan, bilinçaltında yatan fikirlerdir. Bu zaten kendini sorgulayan her insanda olan bir süreçtir. Ben sadece bu fikirlerin arasında kaybolduğumuz anları betimliyorum. Bu yüzden serimi “Kayboluş” olarak adlandırdım. 

Zaman dokusu, yani dördüncü boyut, insanlığın çok yeni keşfettiği bir durum ve gerçekten insan beyninin algısının çok ötesindedir. Bizim için zaman, bir düzlem olarak var ve sabittir. Ancak bu durum Einstein’ın izafiyet teorisiyle yerle bir oldu. İzafiyet teorisi, zamanın ve mekanın, kütle ve hareketin etkisiyle bükülebileceğini ve değişebileceğini öne sürer. Bu, matematiksel olarak kanıtlanabilir ancak bir insan olarak bunu deneyimlemek neredeyse imkansızdır çünkü zaman kavramını hissedebilmek için ışık hızına yakın hızlarda hareket etmemiz gerekiyor ve henüz bunu nasıl başaracağımızı bilmiyoruz. 

Ancak, dünya üzerinde bile ekvatorda yaşayan bir insanın zaman algısı, kutuplarda yaşayan bir insandan farklıdır. Bu farklılıklar çok küçük olduğu için fark edemeyiz. Metafizik konularında bu gibi durumların deneyimlenemeyeceğinin farkında olan sanatçılar, bazen bir film çekerek, bazen bir kitap yazarak, bazen de bir görsel ile bu hisleri aktarmaya çalışırlar. Ben de zaman algısının benim üzerimde nasıl bir etkisi olabileceği kaygısıyla eserler üretiyorum. Bu eserlerde, bu anı yaşayan bir karakterin üç farklı anını yansıtıyorum: geçmiş, gelecek ve şimdi. Bu yüzden eserlerimde bir kaos var. Bir film sahnesi gibi ve bakınca insanlar üzerine düşünüyor. Konuyu hemen anlayan da oluyor, resme bakıp başka şeyler düşünen de. Bu durumların hepsini çok seviyorum ve insanların eserlerime bakarken hissettiklerini izlemeyi ayrı bir keyifle takip ediyorum. 

Sanatınızda sıkça kullandığınız “zaman” ve “evren” temalarının dışına çıkarak başka hangi konuları ele almayı düşünüyorsunuz? Gelecekte gerçekleştirmeyi düşündüğünüz projeler veya hedeflerden bahseder misiniz? 

Düşüncelerinde sabit biriyim. Sürekli yeni kaygılar bir sanatçıyı bence anlamsız ve içinden çıkılmaz bir duruma sokabilir. Bu yüzden uzun yıllar aynı konular üzerinde eser üreteceğim. Konu başlıklarım çok uçsuz bucaksız, biri evren. Örneğin, evren her saniye genişliyor ve sonsuzlaşıyor.Sadece bunu bilmek bile bu konudan uzaklaşmama engel oluyor.Bu yüzden anlatımlarım değişse de konu başlıklarım benzer olacaktır.

Aynı zamanda “1001 Sketch” adında bir seri yapmaya çalışıyorum. Şu ana kadar yaklaşık 350’e yakın eskiz çalışması yaptım. Bu serideki amacım kendimi teknik olarak her zaman taze tutmak. Bu seride çoğu tekniği kullanıyorum. Tamamı kağıt üzerine oluyor ama kalemlerimi sık sık değiştiriyorum. Özellikle tükenmez kalemle yaptığım eskizlerim çok değerli çünkü ben süreç göstermeyi çok seven bir sanatçıyım. Geri dönüşü olmadan bir sonuca ulaştığımı göstermeyi seviyorum. Bu serinin bir amacı da çok daha fazla sanatseverin evinde imzalı bir eserimin olması. Sanat hayatımda kendimi hala geliştirmeye çalışırken ürettiğim bir eseri bir nevi belge gibi tarihe bırakıyormuş gibi hissediyorum. Özellikle akademik eğitim almış bir sanatçı olarak, bir figürü soyutlaştırmadan önce anatomik bilginin olduğunu tarihe geçirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Maalesef, sert bir eleştiri olarak, daha renk, çizgi, anatomi ve perspektif bilmeden üretilmiş bir soyut eser bana değersiz geliyor. Bunun bilinçli yapılmış bir şey değil, bir olasılık sonucu ortaya çıktığını düşünüyorum. Gelecekte bazı eserlerimde figürlerimde ben de anatomik bozukluklara geçeceğim. Hatta “Kayboluş” serisinde bunu şu anda yapıyorum ama dönüp baktığınızda bunu bilinçli olarak yaptığımı, bu gibi serilerle gerçek sanatseverlere göstermeyi amaçlıyorum. 

Aynı zamanda “İzafiyet” serisine heykeller de eklemeyi düşünüyorum. Yakın zamanda katıldığım Bodrum Art Fair’da standım fazlasıyla ilgi çekti çünkü ben bir eseri ortamla bütünleştirmeyi seven bir sanatçıyım. Orada duvarımı kendim kırmızıya boyadım. Bu süreç içinde mücadele verdim. En son dediğim şey şuydu: “İzin verseniz de vermeseniz de kırmızıya boyayacağım.” Bu baskı sonrasında izin çıktı ve kırmızıya boyadım. İnsanlar üzerinde bu durumun etki bıraktığını düşünüyorum. Bir nevi “Ben buradayım ve artık olacağım” mesajını vermek istedim. Devam eden süreçlerde fuarlarda ve sergilerde bu ortam-sanat uyumunu çok daha ileri taşıyacağım. Bunun için heykeller, sesler ve ışıklar gibi boyut algısını değiştirecek çok fazla etken olacak. Kısacası, bir sonraki iş için her zaman heyecan duyup farklı bir etki bırakma gayesiyle çalışmaya devam ediyorum.

Hacettepe Üniversitesi Resim bölümü mezunu olduğunuzu biliyoruz. Hacettepe Üniversitesi’nde aldığınız sanat eğitiminin kariyeriniz üzerindeki etkileri nelerdir? Bu eğitim size ne tür kazanımlar sağladı? 

Bence eğitimin gerçekten çok faydası oluyor. Neden böyle söylüyorum? O yaşlardayken “Ben her şeyi biliyorum” kafasında olabiliyorsunuz. Üniversitede okurken de bu hissi yaşıyordum ama dönüp baktığımda aldığım eğitimin bana çok şey kattığını fark ediyorum. Teknik olarak Güzel Sanatlar Lisesi’nde daha çok beslendiğimi düşünüyorum. Sonrasında üniversiteye girdiğimde lise birde aldığım eğitimin tekrarını görünce baya şaşırmıştım. Bunun nedeni, her Güzel Sanatlar fakültesini kazanan üniversite öğrencisinin geçmişinde bir güzel sanatlar lisesi olmaması. Bu yüzden üniversitede sıfırdan bir eğitim veriliyor, ama benim gibi güzel sanatlar lisesi mezunları için ilk yıllar biraz sıkıcı olabiliyor. 

Üniversitenin bana bakış açısı konusunda çok fazla vizyon kattığını düşünüyorum. Resmi bir hobi değil, bir kaygının ve düşüncenin anlatım aracı olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Eğitim hayatım boyunca çok çalışkandım çünkü resim yapmayı fazlasıyla seviyorum. İyi ki güzel sanatlar okumuşum ve en güzel yıllarımda resimden uzaklaşamamışım diyorum. Şu an kendime güvenmemin altyapısında bu eğitimin yattığının farkındayım çünkü ne istediğimi biliyorum, nasıl yapacağımı biliyorum ve gerisi sadece çalışmak oluyor. 

 Sanat eğitimi almak isteyen gençlere veya yeni başlayan sanatçılara ne tür tavsiyelerde bulunursunuz? 

Türkiye’de resim bölümü okumak isteyen gençler ve aileleri için bazı önemli tavsiyelerim var. Bu süreç, hem gençler hem de aileleri için zorlu ve bir o kadar da heyecan verici olabilir. 

Gençlerin resim okuma konusundaki kararlılığı, ülke şartlarından dolayı gelecek kaygısıyla birleşiyor. “Eğer resim okursam mezun olduktan sonra ne yaparım?” sorusu sıkça gündeme geliyor. Bence, bu durum aile yapımız ve kültürümüzden kaynaklanıyor. Gençlerin, belli yaşlara kadar kendi başlarına karar verme ve kendilerini ifade etme özgürlüğü tam olarak tanınmıyor. 

Türkiye’de resim okumak isteyen gençlerin ailelerine bu süreçte çok büyük görevler düşüyor. Sadece manevi destek olmaları bile, çocuklarının azmini en az iki kat artırabilir. Para, zaman içinde başarıyla kendiliğinden gelen bir durumdur. Ailelerin kaygılarını anlayabiliyorum; ben de aileme bu konuda kendimi sürekli kanıtlama isteği yaşadım. Zaman içinde çocuklarının hayal ettikleri mesleği yaparken duydukları mutluluğu görmek bile yeterli olacaktır. Bir aile, zaten bundan başka ne isteyebilir ki? 

Kendi hayatımdan örnek vericek olursam, annemin araştırmaları ve yönlendirmeleri olmasa, Güzel Sanatlar Lisesi’nin farkında bile olmazdım. Bu yüzden anneme büyük bir vefa borçluyum. Babam ise, zamanla resimle kendimi iyi ifade edebildiğimi gördü. Lise yıllarında para kazanabildiğimi de kanıtladım. Sonrasında, hem annem hem de babam sürekli destek oldular. 

Babamın şu anki halini şöyle özetleyebilirim: Beş yıldır bir prodüksiyon şirketim var ve doğal olarak iş yoğunluğundan zaman zaman resim yapmaya yeterince vakit ayıramıyorum. Babam ne zaman resim yapmadığımı görse, “Bırak oğlum şu şirket işlerini, sen resmine odaklansana” der hale geldi. Bu manevi tatmin bile beni fazlasıyla kamçılıyor diyebilirim. Bu konuda çok şanslıyım. 

Yapay zekâ son zamanların en popüler gündemlerinden biri. Yapay zekânın sanat dünyasında görseller oluşturma konusundaki etkisi giderek artıyor. Bir sanatçı olarak, yapay zekânın hazırladığı görseller hakkında ne düşünüyorsunuz? Yapay zekânın sanat dünyasındaki yerinin artması, sanatçıların toplumdaki rolünü nasıl etkileyebilir? Bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Her konuda olduğu gibi, bu teknolojiyi işine entegre edebilenler ve zekice kullananlar kazanacak diye düşünüyorum. Yapay zekâ sanatı bitirmek yerine, sanatı daha da yükseltecek. Bunu şöyle düşünebiliriz: Sanayi Devrimi’nden önce aklınıza gelebilecek çoğu insan üretimi malzeme elle üretiliyordu, ancak Sanayi Devrimi’nden sonra her şey robotikleşti. Hızlı üretilen malların fiyatı düşerken “el işçiliği” diye bir kavram doğdu. Öncesinde çok sıradan olan bu durum, şimdi sadece zenginlere itaf edilen bir statüye dönüştü. Hatta araba sektöründe, dünyanın önde gelen markalarından biri hala araçlarını el işçiliği ile üretiyor ve sıradan bir aracın 100 katı fiyatına satıyor. Yapay zeka ve sanat arasındaki bağı biraz buna benzetiyorum. 

Geçmiş dönemdeki ressamlar, akıllarındaki sonuca ulaşmak için o an kullanabilecekleri tüm imkanları kullanmışlardır. Dünyanın ilk projeksiyonu diyebileceğimiz bir teknikle, karton kutu önüne delik açıp kağıda görsel yansıtarak anı ölümsüzleştirmeye çalışmışlardır. Bir sanatçı için süreç değil, sonuca aklındaki kadar yaklaşmak daha önemlidir. Yapay zekayı da bu anlamda kullanan sanatçılar, kendilerini çok daha ileri taşıyacaklar. Tabii ki, bu dijital sanat için geçerli olmayabilir. 

Ben yıllardır yapmak istediğim tablonun referans fotoğrafları için aylarca uğraşırdım; eskizler yapar, fotoğraflar çeker ve telifli görseller alırdım. iPad ve Photoshop ile yapmak istediğim tablonun demosunu oluştururdum. Şimdi bazı noktalarda yapay zeka bu sürecimi hızlandırdı. Kendi çekmiş olduğum bir fotoğrafın neresinde boya darbesi olacağına veya bazı nesnelerin görsellerini oluştururken yapay zekadan faydalanıyorum. Yapay zekâ, bu anlamda sanatçıların işlerini kolaylaştırabilir ve yaratıcılıklarını daha da özgürce ifade etmelerine olanak tanıyabilir.

İstanbul Sanat Dergisi'nin yeni sayısı çıktı. Sanat dünyasını yakından ilgilendiren pek çok haber ve özel röportajlar var. Aşağıdaki görseli tıkladığınızda aynı gün kargo ile adresinize gönderiyoruz. istanbul sanat dergisi

İlgili Haberler

Yorum Bırak

en iyi casino siteleri deneme bonusu veren siteler
istanbul nakliyat istanbul eşya depolama